AkademikMakaleler

GÖRÜLDÜ

CUMA BOYNUKARA’NIN GÖRÜLDÜ OYUNUNDA

                   TRAVMA VE ŞİDDET İZLEĞİ

 

Psikanalitik teori, insan davranışları hakkında formüller sunarken, dramatik metin bu olgular hakkındaki gerçekleri sergilediğinden dolayıdır ki, Karen Horney, kimi yazarların insanı içgüdüsel bir biçimde psikanalistlerden çok daha iyi kavradıkları görüşündedir. Eserlerinde yaşamın gerçeklerinden yola çıkarak, bu gerçeklerin birey üzerindeki psikolojik ve sosyal yansımalarını dramatiğin olanakları dahilinde, hem yerel hem de evrensel anlamda, ince duyarlıklarla işleyen Cuma Boynukara, bu anlamda Horney’in işaret ettiği yazarlardandır. Son dönemlerde Haya, Hayat ve Hayal kavramlarını işlediği Tacir Oyunları serisini kaleme alan Cuma Boynukara, Haya kavramını işlediği bu serinin yayınlanmış ilk oyunu Görüldü’ de ülkemizin yakın tarihindeki kimi acı dolu sayfalara odaklanmakta, mücadelenin içinden gelen bir ihanetle otorite tarafından karartılan, talana maruz bırakılan hayatları toplumsal ve bireysel örgülerin hakkını vererek anlatmaktadır.

Boynukara’nın 1980 darbesi sonrasında sistem tarafından tüketilmiş bireyin iç dünyasındaki karmaşaya yöneldiği ve bu karmaşanın yol açtığı dramatik kırılma noktaları üzerinde durduğu Tacir Oyunları serisinin ilk oyunu Görüldü, Horney’in belirlemesine bir referans gibidir. Yoğun İçeriği ve anlatımdaki sadeliğiyle dikkat çeken oyununda yazar, sürecin birey üzerinde yarattığı psikolojik yıpranma ve çöküşü başarıyla verirken, devlet eliyle gerçekleştirilen ve yaşamın hemen hemen her alanına yansıyan –yasal– şiddet karşısında çıkış yolu arayan bireyin yaşadığı travmayı gerçekçi bir biçimde aktarmaktadır.

Görüldü oyunu dikkatli okunduğunda, çıkış noktasının Sophocles’in Antigone oyunundaki sorunsalla uyuştuğu fark edilecektir. Görüldü oyununda da devlet, tıpkı Sophocles’in oyununda olduğu gibi birbirleriyle çatışan çocukları arasında taraf tutmakta, kendisine ihanet ettikleri gerekçesiyle – evrensel hukuk ve etik kurallarını hiçe sayarak– otoriteye karşı duran evlatlarına yaşam hakkı tanınmasını suç saymaktadır. Mesleği doktorluk olan Adam, evliliklerinin ilk haftasında bir hayat kurtarmak adına giriştiği ameliyat sonrasında, karısında gözü olan dava arkadaşı tarafından ihbar edilerek tutuklanmış, dokuz yıl hapse mahkum edilmiştir.

Oyun, dokuz yıllık hapis cezasını çekip, tahliye olan kocasının gelmesini bekleyen Kadın’ın sahnede görünmesiyle başlar. Dokuz yıldır mektupların satır aralarına gizlenerek yaşanan bir hayatın ve aşkın bundan böyle daha gerçekçi bir zeminde yaşanacağını düşünen ve Adam’ın tahliyesinin kendileri için yeni bir başlangıç olacağını uman Kadın, heyecanlı bir bekleyiş içindedir. Sonunda Adam gelir, fakat yıllardır kendisini bekleyen Kadın’a karşı soğuktur. Adam, arkeolog olan Kadın’ın yaptığı romantik atılımları boşa çıkarmak için masada duran mektuplara dikkat kesilir. Bilinen ilk sivil yazışma olarak adlandırılan bu mektuplar, 13.Yüzyılda, Dicle’nin iki farklı yakasındaki bir Tacir ve bir Köle Kız’ın birbirlerine yazdıkları aşk mektuplarıdır. Tacir ile Köle Kız karşılaşmış, birbirlerine aşık olmuşlardır. Fakat Tacir’in yanındaki mihmandarı hem kervanı ele geçirmek, hem de köle kızı elde etmek için – haya (sızca) – bir yola baş vurmuştur. Tacir’in kervanına çalıntı bir at katmış, tacir, at hırsızlığından tutuklanmış ve hapisteyken ölümcül bir hastalığa yakalanmıştır. Bu mektupların içeriği ile oyunun hikayesi ve yaşanan durumların paralel ilerleyişi Manuel Puig’in Örümcek Kadının Öpücüğü oyununda anlatılan film hikayesinin sahne üzerindeki yaşantıya, olaylar dizisine ve aksiyon dizgesine olan paralelliğini akla getirmektedir. Mektuptaki Köle Kız ve Tacir, Adam ve Kadın gibi başka kentlerden gelmişler ve hayatları Dicle’nin bir yakasında kesişmiştir. Mektuplarda anlatılan aşk, ihanet, çarpık adalet sistemi, mahpusluk, bu mahpusluk sonucunda sağlığını kaybetme ve ölüme yazgılanma oyundaki olaylar dizisiyle bire bir uyum göstermektedir. Yazar, ince duyarlığını ve repliklerin ceplerine derin anlamlar sıkıştırma becerisini burada da göstermiş, aşkın, ihanetin, haya(sızlığın) ve insan onuru üzerine ticaretin her iki yakada da, şimdi olduğu gibi, geçmişte de varolduğunun ve yüzyıllardır yaşana geldiğinin altını çizmiştir.

1980 darbesinin ardından bütün coğrafyada hissedilen insani ve toplumsal dayatmaları yakından bilen yazar, oyununda bir yandan tematik olarak sistem eleştirisi yaparken, bir yandan da arızalı sistem karşısında bireyin kendini konumlandırdığı merkezin yapısını, işleyişini gözler önüne sermekte, bu dayatmalardan en yaralayıcı olanın, yani mücadelenin içinden gelen ihanetin de altını çizmektedir. Adam, avukatından gelen bir telefonla yıllar önce kendisini ihbar edenin, karısına ulaştırmak üzere mektuplarını teslim ettiği eski dava arkadaşı olduğunu öğrenir. Kadın’ın anlatımlarından kendisini ihbar eden arkadaşının karısına yaklaşmaya çalıştığını, çok güvendiği avukatının ise kendisi içerdeyken Kadın’ı maddi olarak sömürdüğünü öğrendiğinde bir kez daha yıkılır. Adam’ın meslek etiği ve insani değerler anlamında yaptığı seçim yazar tarafından okuyucuya / seyirciye erdemli bir davranış olarak sezdirilse de, bir taraftan da Adam’ın, kendini konumlandırdığı politik yapılanmanın örgütsel dokusuna ve işleyişine gözü kapalı bir biçimde hizmet etmesi, yozlaşmış örgütsel ilişkiler ağının bir kurbanı olması yazar tarafından eleştirilmektedir.

KADIN: (…) Gözün bir şey görmüyordu, varsa yoksa arkadaşların, oda çalışmaların…O kadar kendini kaptırmıştın ki, yeni evli olmamıza rağmen, balayımızı üçüncü günde kesip geri döndük. Bizleri mahveden ameliyat için…(…) Bunlar devamlı iyi niyetten yararlanacağı insanlar bulurlar. Devamlı o çiyan emellerini saklamayı bilirler, uygun zamanı kollarlar. Zamanını yakaladılar mı da…

Yıllarca çevresini umursamadan, içtenlikle davasına hizmet etmeye çalışan Adam’ın evliliği ve hayatı kesintiye uğramış, üstelik hapishanede ölümcül bir hastalığa yakalanmıştır. Karısını hala sevmektedir. Ancak yanı başında bekleyen ölümün de farkındadır. Karısının ölümüne şahit olmaması için, kalan ömrünün son zamanlarını samimiyetle bağlı olduğu hapisteki dava arkadaşlarının mektuplarını sahiplerine ulaştırmak için gidecektir. Adam’ın seçimi, yazarın onura, vefaya, bir davaya samimiyetle kendini adamaya ve hayatın insanlara sunduğu gündelik tatlara değil de, toplumu da içine alan güzel günler görme çabasına olan umudunun bir göstergesidir. Adam çıkarken, Kadın avukattan gelen telefonla, kocasının sağlık durumuyla ilgili acı gerçeği öğrenir ve Adam’ın arkasından kocaman bir boşluk duygusuyla bakakalır.

TRAVMA İZLEĞİ

Genel hatlarıyla bakarak sorunsalını ortaya koymaya çalıştığımız Görüldü oyununu mercek altına alıp incelemeye başladığımızda, yazarın Adam ve Kadın üzerinden kimi ruhsal ve psikolojik izlekler oluşturarak oyununu açımladığını görürüz. Bu izleklerden ilki yazarın Adam üzerinden yapılandırdığı travma izleğidir. Benzetmeci dramatik metinlerin çözümlemesinde ve dramatik metnin katmanlarının ortaya çıkarılmasında zenginleştirici bir yöntem olan travma teorilerinin bileşenleri –özellikle ruhsal travma – bireyin yaşadığı sorunsal bağlamında, metnin içerlek gizlerini açığa çıkarmakta, Adam ve Kadın’ın psikolojilerini çözümlemekte önemli bir katkı sağlamaktadır. Hapisten yeni çıkıp evine gelen Adam’ın yaşadığı, “büyük ve olağanüstü stresörlere karşı gelişen spesifik bazı semptom ve bozukluklar” olarak tanımlanan “Post Travmatik Stres Bozukluğu” dur.

Elias Canetti, Kitle ve İktidar adlı eserinde iktidarın –suçladığı- insanları ele geçirdiğinde, onları önce aşağılamaya, haklarını ve direnme kapasitelerini ellerinden almaya çalıştığını, ardından onları kendi içine alarak, tıpkı bir canavar gibi onların özlerini emdiğini, artık işe yaramaz hale geldiklerinde ise, “tıpkı kendi dışkısından kurtulur gibi, yalnızca evinin havasını kirletmemelerine dikkat ederek onlardan kurtulduğunu söyler. Canetti’ye göre; canavarın, özünü emdikten sonra, tıpkı kendi dışkısından kurtulur gibi kullanıp attığı bu insanlar hayatlarının geri kalan kısmında canavarın diş izlerini taşıyacaklardır. Görüldü oyununda da dış etkilerin altında travmatik süreçler yaşayan Adam, yaşantısına kaldığı yerden başlayamaz. Tahliye sonrası, içerde yaşadığı baskıların ve zulmün izlerini –canavarın diş izlerini- hala üzerinde taşımaktadır.

ADAM: (…) Toz dumandı Göz gözü görmüyordu. Ölümler…falakalar…hücreler…Bir saniye ötesi yok…Hiçbir şey yok…İnsanlığın ayaklar altında çiğnendiği yer…Bir ihbar, yaralı birinin hayatını kurtarmak…Cezaevi, isyanlar, dilekçeler, yeni davalar, cezalar, yanan infazlar ve 9 yıl.

Bedeni bir mekana kapatmak, kişinin uzamı ve zamanı üzerindeki tahakküm ve tasarruf hakkını başkasına, kurumların görünür ya da görünmez ellerine, gözlerine devretmek en dehşetli şiddet biçimlerinden biridir ve bu durum Adam’ın sinir sistemini altüst etmiştir. Yaşadığı kapatılmışlığın izleri Adam’da hem fiziksel, hem de psikolojik olarak derin izler bırakmış, ruhsal yapısının dengesi bozulmuş, yıllarca yattığı cezaevi Adam için artık yaşamın kendisi olmuştur.  Dokuz yıllık mahkumiyetten sonra tahliye olup, evine döndüğünde içeri girer, ama oturamaz. Öylesine odanın ortasında ayakta durur. Ya da volta atar. Karısıyla olması gerektiği biçimde bir kavuşma anı yaşayamaz. Adamın durumu, tipik olarak travma sonrası sendromudur.

Post Travmatik Stres Bozukluğu Tanı Kriterleri’ne göre kişinin önemli etkinliklere karşı ilgisinde belirgin bir azalma, duygulanımında kısıtlılık meydana gelir. Sevme duygusunu yaşayamama, normal yaşamının gereklerini yerine getirememe gibi sıkıntılar diğer kriterlerdendir. Özellikle elektrikle işkence görmüş kişilerde duygusuzluk, lokal ya da genel duyarlık bozukluğu oluşmaktadır. Bunların yanı sıra travma sonrası tanı kriterlerinden bir diğeri de insanlardan uzaklaşma ya da insanlara yabancılaşmadır.

(Adam öylece odanın ortasında ayakta durmaktadır. Kadın bir iki adım uzaktadır. Karşılıklı bakışırlar. Adam bakışlarını evin içine yöneltir. Tekrar göz göze gelirler. Kadın Adam’ın boynuna sarılır. Adam karşılık vermez. Kadın ayrılır.)

KADIN. Pardösünü alayım.

ADAM: Böyle iyi. 

KADIN: Otursana…

ADAM: Böyle iyi dedim.(…)

KADIN: Şey… Yolculuk nasıl geçti?

ADAM: (Bavulun üstüne oturarak) İyi…İyi geçti. (…)

KADIN: Şimdi sofrayı…

ADAM: Aç değilim.

KADIN: Yoldan geldin.

ADAM: Aç değilim.

KADIN: Bir şeyler içer misin?

ADAM: Yoo teşekkür ederim.

KADIN: Banyo yapmak…

ADAM: İhtiyacım yok.

KADIN: Konuşmayacak mıyız?

ADAM: Konuşuyoruz ya…

İşkencenin kısa vadeli psikolojik etkilerinden birisi de bireyde umutsuzluk duyguları doğurmasıdır. Bu durumda birey, bu kadar eziyeti neden çektim sorusuna saplanabilmekte, yaşananları bir türlü kabullenememektedir” der Victor E. Frankl Yaşama Yine de Evet adlı kitabında. (Akt: Gustav Keller) Görüldüde de Adam’ı böylesi bir muhasebenin içinde buluruz. Sistem eliyle kendisinden çalınan dokuz yılın sebebini anlamaya çalışmakta, yaşadığı koparılmayı kabullenememektedir.

ADAM: Bir türlü kabullenemiyorum.

KADIN: Neyi?

ADAM: Bilmiyormuş gibi sorma. (…) Dokuz yıl hep bu soruyu sordum kendime.(…) Bir türlü kabullenemedim.

Kafası karışık olan ve sürekli yaşadıklarının muhasebesiyle kafası meşgul olan Adam, Kadın’ın samimi ilgisi karşısında bunalır. Bu ilgi ve alaka geldiği stres ortamını hatırlatır Adam’a. Kadın’ın, onun rahatını sağlamaya yönelik samimi tekliflerini itaat etmesi için verilmiş emirler olarak değerlendirme eğilimine girer ve tepki verir.

ADAM: Bana ikide bir, giy çıkar deme, böyle iyi… (…) Ben rahatım, oturduğum yere neden bu kadar takıyorsun? Burada da mı gardiyan? Bıktım. Bırakın da nerde oturacağıma karar vereyim.(…) Bunu hak ettiğime inanıyorum. Cezamı çektim.

Ruhi baskının sona ermesinin beraberinde getirdiği tehlikelere dikkat çeken Frankl, bireyin yıllarca yaşanan aşağılanmadan dolayı intikam hisleriyle dolu olduğunu, bu yüzden de özgürlüğe kavuşan kişinin, kurban rolünü ‘saldırgan’ rolüyle değiştirdiğini ifade etmektedir. Adam ve Kadın’ın konuşmaları ilerledikçe, Adam’ın sertleşmeye başladığı görülür. Uzun süre resmi otoritenin katı, ödünsüz, yapısal mekanizmaları arasına sıkışmış kalmış olan Adam, ellerinden kayıp giden hayatının öfkesini taşımakta, sürekli Kadın’a saldırmaktadır.

KADIN: Bak, eğer sıkıldıysan çıkalım. Hava alırız. Değişiklik olur.

(…)             

ADAM: Bak. Sıkılmadığımı, ayrıca iyi olduğumu, aç olmadığımı daha kaç defa söylemem gerekiyor?

KADIN: Tamam, tamam…Bağırmana gerek yoktu. (…)

Adam, yaşadığı travma sonrasında septikleşmiş, karısının dürüstlüğü üzerine düşünmeye başlamıştır. Nitekim gelen bir telefona içerler ve karısından şüphe duyar. Kadın, Adam’ın kabalıklarını dokuz yıldır yaşadığı stres ortamına bağlamakta, fevri davranışlarını, onu anlamaya çalışarak normale çekmeye çabalamaktadır.

KADIN: Sakin ol kızım, sakinleş. (…) Adamcağız dokuz yıl her şeyden uzak kalmış. Cehennemden çıkmış. Kolay mı? Anlaşmanız sandığından da zor olacak. İki yabancı gibi. İki insan, daha yeni tanışıyor. Sabırlı ol. (Seslenerek) Müziği sevdin mi?

(Adam girmiştir.)              

ADAM: Fark etmez… Evet sevdim, o zamanlar bize ne kadar heyecan verirdi.

KADIN: Şimdi de öyle.

ADAM: Bilmiyorum.

KADIN: Yemeğe ilk çıktığımız gece hep bunu dinlemiştik.

Fakat Adam bütün ilgisini tabletlere yönelterek Kadın’ın bu hamlesini boşa çıkarır.

ADAM: Çok oluyor mu bu tabletlerin üstünde çalışmaya başlayalı.

Mektuplar Adam için bir nevi kaçış yoludur aslında. Sürekli karısını mektupları çözümlemesi için heveslendirir. Fakat bunu fark eden karısı keskin bir yorumda bulunur.

KADIN: Biz kendi mektuplarımızı çözebildik mi?

Gerçekten de kendi mektuplarını henüz çözememişlerdir. Yıllarca zarflara koyarak postaladıkları hayatlarının muhasebesini yapmaya henüz başlamamışlardır. Adam üzerinden gösterilen kaçış , depresif bir ruh halinin ve travmanın bir sonucudur.

Örtülü Şiddet İzleği

Bu oyunun yakaladığı ikinci izlek ise Adam’dan Kadın’a yansıyan örtülü şiddet izleğidir. Fakat bu örtülü şiddetin gerçek sahibi kimdir? Uygulayıcı olan Adam mı? Yoksa Adam’ı değerlerinden koparan, onun kimliğinden, kişiliğinden sıyrılmasına neden olan otoritenin kendisi mi? Adam, dokuz yıldır kendi peşinden savrulan eşinin deneyimlediği yılları, onun acılarını düşünemeyecek kadar çaresizdir. Geçmişte olduğu gibi şu an da, -içinde bulunduğu kritik durumdan dolayı- yalnızca kendi çevresinde örüntülenmiş mücadeleye dair ilişkiler ağı gündemindedir. Kadın’ın onun yüzünden kesintiye uğrayan hayatı, duyguları, maruz kaldığı yaşantı biçiminden dolayı yıpranmışlığı bir türlü Adam’ın gündemine gelmemekte; karısına yönelik onarıcı hiçbir yaklaşımı görülmemektedir. Adam’ın dava arkadaşlarına yönelttiği “ (…) Bir tıkanıklık… Bizi ne hale getirdiler? Erdem, ahlak, bağlılık, emek (…)” eleştirisini ibretle okuruz. Kendisinin dava arkadaşlarından beklediği insani vasıfların hiç birisini Adam eşine gösteremeyecek, acılı kaderini uzaklarda, hiç olmazsa kader arkadaşları için erdemli bir eyleme girişerek yaşamayı seçecektir.  Bütün yaşananlara müdahalenin, dibe vuran yaşamı yeniden sırtlamanın çaresini başka ülkelerde, başka mekanlarda arayan Kadın’a karşı duran Adam, kaybettiklerini gene kaybettikleri yerde kazanabileceklerini söylerken umut doludur. Bu replikler Adam ve Kadın’ın yeniden iki kişilik dünyalarına dönebileceklerine dair zayıf bir olasılığı aklımıza getirse de, Kadın, bu olasılığa son noktayı koyacaktır.

ADAM: Kaybettiklerimizi, kaybettiğimiz yerde kazanabiliriz.

KADIN: Tekrar o şehre dönmemizden mi bahsediyorsun?

ADAM: Başka yolu yok.

KADIN: (…) O şehir şimdi hayaletler şehri…Ölü bir şehir. Faili meçhuller.(…) Tutuklandığında cezaevinin durumu ne ise şehrin durumu şimdi o. On üç on beş yaşındaki çocuklar öldürülüyor. Saat dörtten sonra hayat bitiyor…

Öyle bir yol ayrımına gelmişlerdir ki artık Kadın ile Adam’ın durumu onları ayıran  kentin durumu gibidir. Aralarındaki sevginin hala yaşadığı bize hissettirilse bile, yaşananlar ya da sistem tarafından maruz bırakıldıkları yaşantı yarınlara bir çift yürek olarak bakma şansını ikisinin de ellerinden almıştır. Adam, sağlık olarak tükenmiş, aşk’a dair imkanlarını kaybetmiştir. Yazdığı son mektubu Kadın’a verdikten sonra arkadaşlarının mektuplarını dağıtmak üzere evden ayrılır.

Dokuz yılın sonunda alkole bulaşan, belki de yaşından dolayı çocuk doğurma yeteneğini kaybeden, Adam’ın dava arkadaşları tarafından hem maddi, hem de fiziki olarak sömürülmeye çalışılan fakat gene de kocasının tahliyesiyle birlikte hayata kaldığı yerden devam etmeyi bekleyen Kadın, yaşananlar karşısında bir kez daha yıkılmış, hayalleri ve içindeki boşluk duygusuyla kalakalmıştır. Sistem, toplum ve kocasının dava arkadaşları tarafından satılan, talana maruz bırakılan Kadın, kocasının gelişiyle çoğalacağını düşünürken, yakın zamanda yaşayacağı sağlık probleminin farkında olan ve ölümle yazgılandığını bilen Adam tarafından bir kez daha hayat karşısında yapayalnız bırakılmıştır. Yıllarca kocasının kapatılmışlığı ve acıları üzerinden hayatını idame ettiren Kadın, travma oluşturan etkilere bire bir maruz kalmasa da, travma yaşayan bireylerin yakın çevresinin yaşadığı türden bir travmayı yaşayacaktır.

Kaynakça

Cuma BOYNUKARA, Görüldü, Mitos-Boyut Yayınları, İstanbul, 2008.

Elias CANETTİ, Kitle ve İktidar, Çev:Gülşat Aygen, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2003.

Karen HORNEY, Psikanalizde Yeni Yollar, Çev: Selçuk Budak, Öteki Yayınevi, İstanbul, 1999

Gustav KELLER, İşkence Psikolojisi, Çev.Mihrican Özdem, Fırat Yayınları, İstanbul, 1990

Bülent TARAKÇIOĞLU, İşkence Olayı, Belge Yayınları, İstanbul,1990,

Esen ÇAMURDAN, Şiddet ile Oynamak, Mitos-Boyut Yayınları, İstanbul, 2004.

Gülayşe Erkoç, “Bu Bir Tür Ticarettir, İmgesine İhanettir: Görüldü”, Sahne Dergisi, Sayı: 30,  Ocak-Şubat 2009, Ankara

Tezler: 

Adnan ÇEVİK, Dramaturjik Çözümlemede Travma Teorilerinin Kullanılışı Üzerine Bir Yöntem Önerisi, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi, Güzel Sanatlar Enstitüsü, İzmir, 2005.
 

 

Daha Fazla Göster

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Başa dön tuşu
Kapalı