KUMPAS
kısa oyun
yazan
Mehmet Sabri ŞENOL
KİŞİLER
DİDEROT
D’ALEMBERT
LA BRETON
ABBE
KARDİNAL
RAHİP
DE VENDEUL
OĞLAN
KUMPAS
Simultane Sahne. Sahne İkiye bölünmüştür. Sol tarafta Kardinal’in odası. Yukardan bir isa ikonu sarkmaktadır. Sağ tarafta Diderot’un çalışma odası. Kitaplarla dolu bir oda. Sofitadan gözlüklü bir baykuş amblemi sarkmaktadır. Diderot ve Kızı De Vendeul, Diderot’un çalışma odasında konuşmaktadırlar.
DE VENDEUL– Sen çıldırmış olmalısın baba! Kendine gel. Bu işin şakası yok. Vazgeç lütfen.
DİDEROT – Vazgeçmek mi? Bunu yapamam.
DE VENDEUL-Tanrım! Baba sen hiç değişmeyecek misin? Bu kadar gözü kara olma lütfen. Kendini düşünmüyorsan bizi düşün. Hepimiz zarar göreceğiz. Ne için, kim için? Vazgeç bu sevdadan ne olur. Neden sen de diğerleri gibi yapmıyorsun? Köşene çekilip, keyifle yaşamıyorsun? Rahatlık neden cazip gelmiyor anlamıyorum ki? Zaten iki kez hapse atıldın. Yetmedi mi? Tamam, çalış, kitap çevir, makaleler yaz. Ama bunları illa yayınlamak zorunda mısın? İlla herkese bu fikirleri yaymak zorunda mısın? Saygı gören birisin. Seviliyorsun. Bütün bunlar için şükredeceğine… Bak baba! Ağrımayan başını ağrıtma. Kiliseyi karşına alma. Senin için endişeleniyorum. Onlardan korkmuyor musun?
DİDEROT – Korkmak mı? Hıh! Aklım beni korkmaktan alıkoyuyor. Lütfen endişelenmeyiniz matmazel.
DE VENDEUL – Off babaaa. Beni affedin ama saçmalıyorsunuz.
DİDEROT – Teessüf ederim matmazel. Akıl, büyük bir sermayedir küçük hanım. Doğanın deneylenebilen en büyük tanrısı. O, çok soylu ve güçlü bir şövalyedir. Nıç, nıç, nıç…
DE VENDEUL – Baba lütfen benimle eğlenmeyiniz
DİDEROT – Matmazel, korkmayınız. Bilim yapmak, baştan güçlü olmak demektir.
DE VENDEUL– Baba, rica ediyorum boyunuzdan büyük işlere kalkışmayınız. Karşınızdakiler… Kardinal sizi mahvedebilir.
DİDEROT – Matmazel. Görüyorum ki beni çok hafife alıyorsunuz. Boyum hiç de kısa sayılmaz. Bakın, neredeyse sizin omuzunuza yetişiyorum. Hafif kilo sorunum var ama o da giydiğim kostümlerle kapanıyor. Nıç, nıç, nıç… Beni çok hafife alıyorsunuz matmazel. O bahsettiğiniz şahıs benimle boy ölçüşmeye cesaret edemez. Korkmayınız.
DE VANDEUL – Baba, siz hiç değişmeyeceksiniz. Yine benim sözlerimi anlamak istediğiniz gibi anlıyorsunuz. Ayrıca, şakanın sırası mı? Neler yaşanıyor biliyorsunuz. Aforoz edilebilirsiniz. Kraldan çekinmeseler bunu çoktan yapmışlardı. Hatta daha kötüsünü!
DİDEROT – (Alaylı) Daha kötüsü de mi varmış?
DE VANDEUL – Baba! Senin ve arkadaşlarının…Şu Ansiklopedi çevresinin… Başını gövdesinden ayırmaya can atan, en az on adam sayabilirim.
DİDEROT – (Alaylı) Matmazel, ya matematiğiniz çok zayıf, ya da çok iyi niyetlisiniz.
DE VANDEUL – Pekala, siz bilirsiniz. Ben elimden geleni yaptım. Ama beni ciddiye almıyorsunuz. Ne diyebilirim ki? Karar sizin.
Kapı Çalınır.
DİDEROT – Gir
DE VANDEUL – Size son kez söylüyorum baba. O Ansiklopediyi basmayınız. Hele dağıtımını hiç yapmayınız. Aksi halde bu sizin sonunuz olacaktır.
Önüne Geçer
DİDEROT – Teşekkür ederim matmazel. Çok iyisiniz. Beni bu kadar düşünmeniz çok güzel. Size minnettarım ama insanlığa da borcum var. Eğer bu borcumu öderken hayatımdan olacaksam, bu benim için bir onur olacaktır. Aklın, yıllardır koltuğunda soytarıların oturduğu bu şövalyenin artık hak ettiği yere, kendisinin olan tahta oturması gerekiyor. Bu yolda en ufak bir faydam olursa…Matmazel…Kendimi önemli biri sayacağım.
Kapı Çalınır.
DİDEROT – Girin lütfen.
D’Alembert girer.
D’ALEMBERT – Matmazel. Mösyö…
DİDEROT – Gel dostum gel. Küçükhanım da çıkıyordu. İyi günler Matmazel. Sizi her zaman seveceğim.
DE VANDEUL – Off Baba.
De Vandeul Çıkar.
D’ALEMBERT – Kötü bir zamanda mı geldim?
DİDEROT- Kadınlar işte dostum. Her şeyden bir tedirginlik üretmede üzerlerine yok. Eee, nasıl gidiyor çalışmalar?
D’ALEMBERT –Çalışmalar gayet iyi gidiyor gitmesine de…Tepkiler çok büyük. İnsanların düşünme biçimini değiştirmek pek kolay olacağa benzemiyor.
DİDEROT – Azizim, bu işi siz başlattınız, hatırlatırım.
DALEMBERT – Bir süre sonra nefesim kesildi ama…Ne şans ki yedinci ciltten sonra editörlüğü siz üstlendiniz de…Bu günlere gelebildik. Tebrik ederim Mösyö… Yeni felsefi ve bilimsel düşünceleri Avrupa’ya yaydınız. Bunu siz başardınız. Aydınlanma Döneminin temel düşünce ve ideallerini barındıran bu şaheser Fransız Aydınlanmasının yazınsal simgesi olacak. Göreceksiniz. Her ne kadar benim cesaretim kırılmış, sizi bu büyülü yolculukta yalnız bırakmışsam da…Gene de korkmuyor değilim.
DİDEROT – Rahat olun azizim. Sizlik bir şey yok ortada.
DALEMBERT – Öyle mi diyorsunuz? Bakın Mösyö…Biraz ara verseniz fena olmaz. Çünkü kulağıma değen sözler hiç de iç açıcı değil. Kardinal ve çevresi çıldırmış gibi.
DİDEROT – Ya, öyle mi? Yüzünüz ondan mı kireç gibi?
D’ALEMBERT – Bakın Mösyö. Benim bir ailem var. Hem… Sadece kendim için değil…Sizin için de endişeleniyorum. Bari bu kadarına izin verin lütfen. Bana soracak olursanız…
DİDEROT – Bırakın bu dedikoduları da… Söyleyin bakayım…Şu üzerinde çalıştığınız konu hakkında berraklaştı mı zihniniz?
ALEMBERT – Peki. Nasıl isterseniz. Şey. Evet. Epey yol aldım sanki. Bakın şimdi. Bir varlık herhangi bir yerde olsa bile, uzayın hiçbir noktasında bulunmayabilir. Bir varlık ki uzamlı olmadığı halde, uzamda bir yer dolduruyorsa uzamın tamamen altındadır. Fakat maddeden de tamamen farklıdır. Hakkında en ufak bir fikrimizin olmadığı bir varlığı kabul etmek doğrusu güç bir şey. Ama inkar etmek de sıkıntı. Çünkü nihayetinde şu duyarlık dediğimiz hal, maddenin genel ve temel bir niteliği. Bu da bize bir taşın da duyması gerektiği tezini öneriyor.
DİDEROT -Neden olmasın?
D’ALEMBERT – Böyle bir şeye inanmak çok güç.
DİDEROT– Evet, kestiği yonttuğu, ezdiği halde, taşın feryat ettiğini duymayan biri için bu böyledir.
DALEMBERT – İnsan ile Heykel, Mermerle canlı et arasında ne fark gördüğünüzü söylemenizi isterdim.
DİDEROT– Çok az. Canlı etten mermer, mermerden de canlı et yapılır.
DALEMBERT– Ama biri öteki değildir.
DİDEROT-Zinde kuvvet dediğiniz şeyin, ölü kuvvet olmayışı gibi.
DALEMBERT-Ne dediğinizi anlamıyorum?
DİDEROT- Anlatayım. Bir cismin bir yerden başka bir yere taşınması hareket değildir. Hareketin eseridir. Duran bir cisimde ne kadar hareket varsa, taşınan bir cisimde de o kadar hareket vardır.
DALEMBERT– Yeni bir görüş.
DİDEROT- Ama bundan dolayı da daha az gerçek değil. Duran bir cismin olduğu yerden başka bir yere gelmesin önleyen engeli kaldırın cisim yerini değiştirir. Şu koca meşe gövdesini saran havayı birden bire boşaltırsanız… İçindeki su bir anda etrafa yayılacaktır. Gövdeyi yüz bin parçaya ayıracaktır. Sizin vücudunuz için de aynı şeyi söyleyebilirim.
DALEMBERT- Peki, öyle olsun. Ama hareket ile duyarlık arasında nasıl bir ilişki olabilir? Siz acaba, zinde bir kuvvetle, ölü bir kuvvet olduğu gibi, etkin bir duyarlıkla duran, atıl bir duyarlık olduğunu kabul ediyor musunuz? Canlı bir kuvvet, yer değiştirmek kendini gösterir. Ölü bir kuvvet ise kendini basınçla belli eder. Biri hayvanlara, öteki de bitkilere özgü eylemsel bir duyarlık. Varlığından haberli olduğumuz… Etkin bir duyarlık haline geçişinde… Bizde farkındalık yaratan.. Durağan bir duyarlık. Sizin söylemek istediğiniz bunlar mıydı?
DİDEROT- Enfes. Tam da bu işte.
D’ALEMBERT– Böylece heykelde duran bir duyarlık, insanda, hayvanda ya da bitkide ise etkin bir duyarlık bulunmuş oluyor.
DİDEROT – Şüphesiz mermer kütlesiyle et dokusu arasında fark vardır. Ama yalnız bundan ibaret olmadığını da kabul edersiniz
KAPI ÇALINIR
DİDEROT – Gir.
LA BRETON– O, demek siz de buradasınız Mösyö Alembert. Nasıl gidiyor?
D’ALEMBERT – Beyefendi ile hummalı bir biçimde laflıyorduk. İyi ki geldiniz de birbirimizin yakasını bıraktık.
LA BRETON– İşe yaradığıma sevindim. Mösyö, içimde öyle bir his var ki… Sanırım çeviriyi bugün alabilirim sizden?
DİDEROT – A, evet, bu sabah bitirdim. Mister Shaftesbury’nin işi tamam. Artık sıra sizde. En doğru ve en seri biçimde dizip basmak size kalıyor. Ansiklopedide ışıldayan yeni sayfalar görmek… Beni o kadar heyecanlandırıyor ki…
LA BRETON– Ne demezsiniz… Şey, Mösyö, biraz insaflı davransaydınız.
DİDEROT– Bilim ve Sanatta insaf olmaz. Çok ayıp. Benim nesnelliğime müdahalede mi bulunuyorsunuz?
LA BRETON– Ne münasebet Mösyö. Ne haddime. Ben yalnızca…
DALEMBERT – Mösyö, Biliyorsunuz, Kilisenin gözü üzerimizde. La Breton da o yüzden…
DİDEROT– Olabilir. Gözleri üzerimizdeyse üzerimizde. Hem biliyorsunuz, yedinci ciltten sonra bütün sorumluluğu üzerime altım. Tek editör benim. Sizin artık çekinmenize gerek yok.
D’ALEMBERT – Çekinmek değil de…Şey…
DİDEROT – Tamam azizim tamam. Siz merak buyurmayınız. Kilise de Kilise. Hah…Bağnazlıkla nereye kadar? Herkes kendine baksın. Buyurun. Çeviri burada. Kolay gelsin.(La Breton zarfı alır, çıkar)
LA BRETON– İyi günler beyler.
DİDEROT– Bu adama fazla güvenmeyelim. Gerektiği kadar cesaret sahibi olduğunu sanmıyorum.
Diderot’un odasının ışığı kararır. Kardinal’in odası aydınlanır..
KARDİNALİN ODASI
Yukardan bir haç sarkmaktadır. Solda, duvarda oyulu boşluklar. İçlerinde değişik ışık kuvvetlerinde beş adet kandil yanar. Kardinal, bir platform üzerindeki makamında oturmaktadır. Etekleri aşağılara kadar sarkmaktadır. Rahip, sessiz oyunla bir şeyler anlatmaktadır Kardinale.
KARDİNAL – İblis, İblis…(Rahip istavroz çıkarır) Getir şu lambayı. Diderot yazanı.
Rahip, duvardaki boşluğun içindeki hepsi değişik ışık şiddetinde yanan beş lambanın en az ışık verenini getirir. Kardinal, kandilin ışığını biraz daha kısar. Hemen hemen sönmek üzere olan kandili rahibe geri verir. Lambanın sönmesini bir tık kalmıştır. Kin ve nefretle lambaya baktıktan sonra bir el işaretiyle yerine koymasın emreder. Rahip, emri yerine getirdikten sonra kardinalin karşısına gelip durur.
KARDİNAL – Çağır onu bana. İçeri gelsin.
Rahip,kapıyı açar, Diderot’u bir baş işaretiyle içeriye buyur eder. Diderot girer, Kardinal’e küçük bir baş işaretiyle selem verir.
KARDİNAL – Nasıl gidiyor Diderot? Neler yapıyorsun?
DİDEROT – Felsefe Sayın Kardinal.
KARDİNAL -Demek öyle.
DİDEROT – Evet.
KARDİNAL –Yazık. Halbuki insanların Tanrı ile muhabbetlerini arttıracak işlerle uğraşsan…
DİDEROT- Belki vaktim olunca.
KARDİNAL- Çok yoğunsunuz ha?
DİDEROT– Sayılır.
KARDİNAL – Sizi biraz bitkin görüyorum. Ağır işler yapıyorsunuz herhalde. Oysa çok genç sayılmazsınız. Kendinize dikkat etmelisiniz.
DİDEROT- Sağolun Kardinal. İlginize teşekkür ederim.
KARDİNAL-Sizi bu kadar yoran işin ne olduğunu bilmek isterdim doğrusu ?
DİDEROT -Bilim Kardinal.
KARDİNAL – Saçma. Ne gereği var ki?
DİDEROT– Belki de yöntem gerekliliği Kardinal ?
KARDİNAL – Ama ne için?
DİDEROT– Hayatım kapağını açabilmek için. Zira hayat içi gizli hazinelerle dolu bir define sandığıdır. Hiç merak etmiyor musunuz?
KARDİNAL– Saçma. Hayatın gizleri bize sunulmuştur. Bilmek istediğin bir şey varsa Aristoteles’e başvurursun. İyi bir Hristiyanın nasıl yaşaması ve neler yapması gerektiği açık açık söylenmiş. Bize sunulanla neden yetinmiyorsunuz? Kendini heba etmenin ne anlamı var?
DİDEROT- İşte Kardinal, işte sihirli sözcük. Bize sunulan. Artık bize sunulan şeylerle hayatın devinebileceğine inanmıyorum. İnsanoğlu birey olmak zorunda. Aklı, duyguları, deney yapabilme yetisi var insanoğlunun. Bir konuda fikir belirtmek gerektiğinde… Kimsenin önderliğine ihtiyacı yok. Aklı ona yol gösterir. Bilgiye ulaşmak o kadar zor değil. Bilinci eşlik eder bireye. Yolunu bulur insanlık. Tek rehberi akıldır.
KARDİNAL– Bakıyorum da çok cesursunuz Mösyö.
DİDEROT- Cesur olmak zorundayım sayın Kardinal. İnsanın hayatını düzenlerken gökten yardım beklemesi erdemsizlik olarak geliyor bana. Halbuki o kadar uzağa gitmeye gerek yok. Hemen yanı başındaki kendine başvurması her şeyi çözebilir. Kendi içine dönüp bakmak, kendine güvenmek, aklın enstrümanlarıyla şarkı söylemek… işte bu. Artık dünya bu merkezde dönecek.
KARDİNAL – Tanrım! Sus Diderot, sus. Şeytan ayetleri bunlar. Sus ve bu iğrenç fikirlerini kendine sakla. Kimsenin senin öğütlerine ihtiyacı yok. Cehenneme gideceksin Diderot cehenneme. Vaftizin bozuk senin. Tanrı seni bağışlasın. Büyük bir küfür içindesin. Özüne dön Diderot. Yanlıştasın. Aklına başvuran insan her zaman yanılmıştır. Her zaman. İnsanoğlu eksiktir. Tanrı onu tamamlar. Kilise de tanrının yeryüzündeki gölgesidir. Doğru adres orasıdır. Her sorunun cevabı orada mevcuttur. E, o zaman sana ne oluyor? Neden insanları şaşırtmaya, onları doğru yoldan çıkarmaya uğraşıyorsun
DİDEROT – Ben böyle bir şey yapmıyorum Kardinal.
KARDİNAL – Öyle olsun. Seni uyarıyorum Diderot. Yüzyıllardır böyle gelmiş, böyle de gitmeli. İnsanları Kilisenin dizi dibinden uzaklaştırmaya çalışmak doğru değil. İnsanlara önerdiğiniz fikirler iğrenç Mösyö. Hristiyanların sizin fikirlerinize ihtiyacı yok. Her şey düzenlenmiş ve düşünülmüştür. Bu düzen bozulamaz. Senin benim yerime akıl yürütmüşler işte. Daha ne istiyorsunuz?
DİDEROT – Sorun da burada ya Kardinal. Yüzyıllardır sizin yerinize, benim yerime karar veriliyor. Öyleyse benim yaşamamın ne anlamı var? İşte sırf bu yüzden yolumdan dönmeyeceğim.
KARDİNAL-Saçma, çok saçma. Neden mösyö, neden?
DİDEROT – Çünkü Kardinal, ben bir insanım. Yularından çekilip sağa sola yönlendirebilecek bir binek hayvanı değil. Gideceğim yolu ve uygulayacağım yöntemi ben seçmeliyim. Kimsenin önderliğine ihtiyacım yok
KARDİNAL-Nankör, çok nankörsünüz Mösyö. Oysa ki Kiliselerde öbür dünyanın kapılarını açacak bütün anahtarlar mevcut. Bir insan daha fazla ne isteyebilir ki? Düşünmek, her şeyi didiklemek nankörlük değil mi? Size sunulanı umarsızca reddetmeyin Mösyö. Bu göksel hediyeyi elinizin tersiyle itip, kendinizi boşuna yormayın. Yoksa, sonucuna katlanmak zorunda kalacaksınız.
DİDEROT – Anlaşabileceğimizi sanmıyorum Kardinal.
KARDİNAL KÜÇÜK BİR İNİLTİ ÇIKARIR
KARDİNAL– (Toparlanır) Ne acı. Size tanrı tarafından hediye edilen yetenekleri yanlış yerlerde kullanıyorsunuz. Tanrıya olan borcunu, onu ve sözcülerini yücelterek ödemek yerine… Sen kalkmış…Acı, çok acı Mösyö.
DİDEROT – Adreslerimizin farklı olduğu çok açık Kardinal.
KARDİNAL – Çok küstahsınız Mösyö. Ayrıca bu cesareti nereden aldığınızı merak etmiyor değilim. Neyse, yazık, çok yazık. Aslında, daha iyi ve değerli bir adam olabilirdin Tanrının gözünde.
DİDEROT – Ve de sizin gözünüzde değil mi Sayın Kardinal?
(Kardinal oturduğu yerden hafifçe kaykılır. Ağzından küçük bir inilti çıkar gibi olur. Sonra toparlanır)
KARDİNAL –Sen bir Hristiyansın değil mi Diderot?
DİDEROT – Öyle doğmuşum.
KARDİNAL – Hiç yoktan iyidir. Son zamanlarda ne üzerine çalışıyorum demiştiniz?
DİDEROT – Bilimsel şeyler üstüne Kardinal.
KARDİNAL – Tamam. Ama hangi konu üstüne?
DİDEROT – İnsanlık Üstüne.
KARDİNAL –Nasıl yani?
DİDEROT – İnsanların kalıplaşmış fikirleri, dogmaları ve daha bir sürü şey üstüne.
KARDİNAL – İnsanların yaşantılarında sana yanlış gelen şeyler var demek?
DİDEROT – Dünya yanlışlar üzerinde dönüyor Sayın Kardinal.
KARDİNAL – Ah.. Demek yanlışını kabul ediyorsun?
DİDEROT – Ben öyle bir şey demedim.
KARDİNAL – Nasıl demedin Alçak. Ne kadar da iki yüzlüsün. Sen şu dinsiz köpeklerle işbirliği yapmıyor musun? Şu Ansiklopedistlerle. Pöh. Tanrının dinini, onun kurumlarını reddediyorsunuz. İnsanları dinden uzaklaştırıyor, kafalarına şüpheler sokuyorsunuz. Otoriteleri reddediyorsunuz. Hata, büyük hata. Akıl, Bilim, Deney. Saçma, boşuna çaba. Utanmalısınız.
DİDEROT – Bakın Kardinal
KARDİNAL – Sus İblis.
DİDEROT – Sayın Kardinal, arna…
KARDİNAL– Bunu ödeyeceksiniz Mösyö. Siz ve yanınızdaki günahkar köpekler bunu ödeyeceksiniz.
DİDEROT– Bakın Sayın Kardinal
KARDİNAL– O Ansiklopediyi basarsanız sizi aforoz ederim.
DİDEROT – Ne diyebilirim ki?
KARDİNAL – Bir de soruyor. Şeytan ayetleri onlar. Halk o üzerinde çalıştığınız sayfaları okursa, ne sen, ne de dostun DAlembert ve diğerleri, bir daha gökyüzünü göremezsiniz
DİDEROT –Ben bir bilim adamıyım Kardinal. Gerekirse hayatımı bu yolda feda edebilirim.
KARDİNAL – Çık dışarı iblis, çık.
Diderot Çıkar
Kardinal oturduğu yerden geriye doğru kaykılır. Oturuşunu düzeltir. Oturduğu platformun altına doğru seslenir.
KARDİNAL – Çık evladım, Sen de çık dışarı.
Kardinalin upuzun elbisesinin eteklerinin içinden tüysüz bir oğlan çıkar. Kardinal cebinden bir mendil çıkarıp, oğlana verir. Oğlan, mendille ağzını siler. Yan taraftan pelerinini alır, giyer. Kardinal’in önünde saygıyla eğilir.
KARDİNAL– Sen iyi bir Hıristiyansın evladım. Tanrı seninle olacaktır. Akşam Aziz Thomas’ı okumadan uyuma emi evladım. (Oğlan, tekrar selam verir ve çıkar. Kardinal, yanındaki küçük çanı çalar. Rahip içeri girer. Rahip’e) Lambayı getir.
Rahip, üzerinde Diderot yazan lambayı getirir. Kardinale verir. Kardinal, lambaya bakar bakar ve sonra lambaya üfler.
Diderot’un odası aydınlanır. Abbe ve Diderot konuşmaktadırlar.
DİDEROT– Bununla beraber, Abbe, herhalde size cevap vermeyen biriyle konuşmaktan hoşlanmazsınız değil mi?
ABBE – Elbette.
DİDEROT – Peki öyleyse dua ettiğiniz, yani Meryem’e hitap ettiğiniz zaman ne cevap alıyorsunuz?
ABBE – Hiç.
DİDEROT – Hiç…Hım. O halde neden konuşmalı.
ABBE –Bakın Mösyö. İki şeyi birbirine karıştırıyorsunuz. Dua konuşma değildir. Ben bir cevap beklemiyorum ki.
DİDEROT – O halde monolog mu?
ABBE – Dua, ruhlarımızın Tanrıya doğru yükselişidir. Bir kendini veriştir. Kulluk ve minnettarlık borcumuzun ifadesi ve ödenişidir. Çoğu zaman bir dilek, bir yalvarıştır.
DİDEROT – Karşılık görmedikten sonra bu dilek neye yarar. Sizin avuçlarınızı açtığınız kimse, nihayet ebedi sessizlikten başka bir şey değildir. Bunu sanıyorum Flechier söylemişti. Hiçbir zaman bu sessizliğin bozulacağı yok. Ama siz ona feryat etmekte bir sıkıntı görmüyorsunuz. Acı bana. Merhamet, merhamet et bana diye yalvarıyorsunuz. Dualarınız ne kadar coşkun, gözyaşı dolu ve hazin olsa da yukardan size en ufak bir cevap gelmiyor. Bu kadar yalvarılan bu babanın, sizlere bir kerecik bile olsa Oğlum dediğini duydunuz mu? Hatırlıyor musunuz, bir gün, öğleden sonra, Saint- Roche Kilisesi’nde, Meryem heykelinin önünde ağlayarak dua eden, secdeye varan bir kadın görmüştük. Ne yürek parçalayıcı bir manzaraydı o. Bu sahne karşısında o kadar üzülmüştünüz ki… Kadına yaklaşmış ve derdini sormaktan kendinizi alamamıştınız.
ABBE – Hatırlıyorum Ölüm döşeğindeki kızı, 15 yaşında bir çocuk için dua ediyordu.
DİDEROT- Hem de nasıl. Hıçkıra Hıçkıra. Buna bir kaya bile dayanamazdı. Ama taştan Meryem heykelinin kılı bile kıpırdamadı. Peki, çocuk kurtuldu mu?
ABBE- Hayır. Öldü.
DİDEROT – Hem de anası diz çökmüş dua ederken öldü. Herhalde birilerinin bu genç ruhu yanına çağırmakta acelesi vardı
ABBE – Belki. Muhakkak cennete gitmiştir. Bu ona Tanrının bir lütfu olsa gerek.
DİDEROT – Anasına da mı?
ABBE – Anasına da, kızına da. İkisine birden. Biz neye ihtiyacımız olduğunu bilir miyiz? Kadir’i mutlak olan Tanrı… Hikmetiyle… Bizim için en iyi şeyin ne olduğunu… Bizden daha iyi bilmez mi?
DİDEROT – O halde bunu ne diye bize söylemez? Neden bu kadıncağızı feryat figan içinde, perişan bir halde bırakır? Ne feci, ne korkunç bir hali vardı hatırlıyor musunuz? Onu teselli için bir kelimecik yeterdi. Sevdiklerimi yanıma alırım. Ey kadın, kahırlanacağına sevin. İşte bu kadar.
ABBE– Zaten hakikat de bu değil mi?
DİDEROT – Ah ah azizim. Bu mudur sahiden hakikat? Ya da öyle olsa bile. Bir ananın kabul edebileceği bir şey midir bu? Diyelim ki bu kaybın nedeni ululardan ulu, heybet sahibidir. Daha böyle nice kimseler, tıpkı o kadın gibi, bunu göremeyecek kadar körler. Bir ana, çocuklarını yanında görmeyi tercih etmez mi? Onların bu acı dolu dünyada yaşamalarını, göklere uçtuklarını görmeye tercih etmez mi? Diğer taraftan ben, ağız alışkanlığıyla görmek, göklere çıktığını görmek demiş bulunuyorum. Çünkü hiçbir şey gördüğümüz yok. Göz kapakları düşer, ses zayıflar, zeka kararır ve hiçbir hareket kalmaz. Hepsi bu.
ABBE– Evet Mösyö. Ölüm sizin için her şeyin sonudur. Kimileri için ise yeni ve sonsuz bir başlangıç.
DİDEROT – O kadar ileri gitmeyim diyordum ama… Lazare’nin hikayesini bilir misiniz? Sanırım size Lazare’nin Öldükten Sonra İsa Tarafından Diriltilmesi Efsanesi’nin sonunu anlatmalıyım. İsa sorar – Öldükten sonra, orada, ahirette ne gördün? Lazare cevaplar. Hiçbir şey efendimiz, hiçbir şey görmedim. Bunun üzerine İsa, Lazare’nin kulağına şunu fısıldar. Evet, hiç bir şey olmadığını ben de biliyorum, ama bunu söyleme.
ABBE – Sizin de dediğiniz gibi…Efsane. Tamamıyla efsane.
DİDEROT – Bence de öyle. Kendi hesabıma ben, gözümün önünde olan şeye inanırım. Ruhumuzun mahiyeti, nereden geldiği, ölümümüzden sonra ne olacağı hakkında bir şey bilmediğim gibi…Bir yorumda da bulunmam. Gerçekten ruh diye bir şey var mı yok mu? Onu da bilemem. Öyle sanıyorum ki, bu konuda bilmiş bilmiş konuşanlar…Onlar da benden fazla bir şey bilmezler.
ABBE – Ruha da mı inanmıyorsunuz?
DİDEROT – Sadece… Hakkında reel bir gözlemim olmadığı için…Bir fikrimin de olmadığını söylüyorum.
ABBE – Tanrı konusuna da bakış açınız böyleyse… O zaman siz…Bu yaklaşımınızla… Tanrıya da inanmıyorsunuz demektir. Onu yok sayıyorsunuz demektir.
DİDEROT – Hiç de o demek değil. Bir kere daha söyleyeyim ki, benim hiçbir şeyi yok saydığım yok. Ben, bilgisizliğimi söyleyecek kadar açık yürekli ve cesur bir bilgisizden başka bir şey değilim. Şunu söylemeye cesaret ediyorum. Bilmiyorum. Şunu da görüyorum ki… Bizler durmadan… Bilmediğimiz… Bilmemizin de olası olmadığı kavramlar etrafında boşuna tartışıp durmaktayız. Volter’in de geçenlerde yazdığı gibi… Bu tartışma bizim için boşa zaman kaybından başka bir şey değildir. Bundan başka, üzerinde en çok söz üretilen şeyler, en az anlaşılan şeylerdir. Bu tartışmaların çoğunun hiçbir manası yoktur. Dindar anasının bağrından koparılan genç kız için.. Demin… Cennete gitti demiştiniz. Ama bu cennet dediğiniz nedir, nerededir? Oraya çıkılıyor mu? Yukarda dediniz. Sabah yukarda olan yer, akşama aşağıda olacaktır. Çünkü dünya dönmektedir. Bunun böyle olmadığını söyleyebilmek için Papa Urbain ile mukaddes engizisyon gibi dünyanın döndüğünü inkar etmelisiniz.
ABBE– Ben bu fikirde değilim aziz dostum.
DİDEROT– Eskiler hiç olmazsa cennetlerine bir yer bulabiliyorlardı. Ya da hiç olmazsa bir yer arıyorlardı. Bazılarına göre Kanarya Adaları’ndan biri olan Fothunes’lerdeydi. Bazılarınca da daha yukarıda, İzlanda’da.
ABBE– Yani pek çok şeyde olduğu gibi bunda da anlaşmış değildiler.
KAPI ÇALINIR.
DİDEROT – Gel.
D’ALEMBERT GİRER.
DİDEROT– O, hoşgeldin sevgili filozofum. Hayrola. Yoksa Tanrıya sesini duyurmak isteyen sevgili Abbe’nin o canhıraş sesine mi geldin?
ABBE – Lütfen dalga geçmeyin Mösyö.
DİDEROT – Ha ha Ha…
D’ALEMBERT – Şey, öylesine uğradım.
DİDEROT – Koltuğunun altındakileri bakılırsa, pek öylesine değil.
D’ALEMBERT – (Rahatsızca) E,eeşey…
ABBE – Pardon Mösyö. Ben izninizi istiyorum. Size engel olmak istemem. Tanrının sevgisi üstünüze olsun sevgili filozoflar.
DİDEROT – Sanırım doğanın demek istedin sevgili Luthercik. Görüşmek dileğiyle.
ABBE ÇIKAR
DİDEROT – Evet dostum. Durum nedir?
D’ALEMBERT – La Breton’a uğradım. Bunlar basıma hazırlanmış ilk ciltlerin örnekleri.
DİDEROT – Bir sorun mu var? Tavrın bir garip.
D’ALEMBERT – Örneklere bakın lütfen.
DİDEROT – Hayır, sefil adam. Olamaz. Böyle bir şeye hakkı yoktu. Korkak sefil. Bütün yazılar üzerinde oynanmış. Hepsi yumuşak pamuklara dönmüş. Bütün dik cümleler yontulmuş. Alçak adam. İki yıldır beni aldatıyor demek. Seziyordum ama bu kadarını beklemiyordum.
Kapı çalınır. La Breton Girer.
LA BRETON – Sevgili dostlar selam.
Elindeki örneği La Breton’a Fırlatır.
DİDEROT – Ne demek oluyor bütün bunlar?
LA BRETON – Ah demek gördünüz.
DİDEROT – Siz, siz beni aldattınız. Alçakça aldattınız. Zamanlarını size vermiş olan yirmi namuslu insanın emeğini hiç ettiniz. Onlar hiçbir karşılık beklemeden, gece gündüz, iyilikten ve hakikatten başka bir şey düşünmeden çalışmışlardı. (La Breton’un yakasına yapışır) Tek ümitleri, fikirlerinin yayıldığını görmekti. Nankörce ve kalleşçe davranışınız sayesinde bu zevkten mahrum edilmiş oldular.
LA BRETON – Lütfen Mösyö. Mecburdum. Size uyacak olsak bu yirmi büyük kafanın omuzları üzerinde durması olanaksız olacaktı.
DİDEROT – (Bırakır) Pöh…Bir hayvan gibi yaşamaktansa, kafam omuzlarımdan ayrı yatarım daha iyi. Hayır Mösyö. Buna hakkınız yoktu, utanın biraz.
D’ALEMBERT – Mösyö, belki biraz da iyi oldu bu yöntem. Çünkü Kilise peşimizde. Papazlar ayaklandılar dün gece. Hepimizin kafasını istiyorlar.
DİDEROT – Siz de mi Mösyö?
D’ALEMBERT – Özür dilerim. Benim bir ailem var. Bilim ve İnsanlık önemli tabii. Ama insanoğlunu var eden en küçük birim de benim oyumu kullandığım yapıdır. Bunu yadsıyamam. Siz ve düşünceleriniz bu yapıya sığmıyor.
DİDEROT – Siz de benim gibi düşünüyorsunuz ama…
D’ALEMBERT – Olabilir
DİDEROT – Anlaşıldı, anlaşıldı. Bu yolda tamamen yalnız yürüyeceğim. Tek başıma baskıya girmek zorunda kalsam bile, Bu hedef hayatıma mal olsa bile Ansiklopediyi çıkaracağım. Çıkın, çıkın hemen.
D’Alembert ve La Breton çıkar. Diderot kalbini sıvazlarken kızı De Vendeul girer.
DE VENDEUL – Baba, baba nasılsınız? Neyiniz var?
DİDEROT – Alçaklar , alçaklar . Alçak köpekler.
DE VENDEUL – Sakin olun, geçin oturun şöyle. Şimdi nasılsınız?
DİDEROT – Daha iyiyim. Sen de nereden çıktın?
DE VENDEUL – Şehir kaynıyor baba. Çok kötü işler yapmışsın.
DİDEROT – Ya, ne yapmışım?
DE VENDEUL – Tanrıya küfür edemezsin baba. Bunu yapmamalıydın. İyi bir Hristiyan olarak ölmelisin. Bunu kendine yapamazsın. Tövbe et lütfen baba. Tövbe et. Ne olursun.
DİDEROT – Tövbe mi? Ne için? Kime?
DE VENDEUL – Tanrıya, Kiliseye…Onları reddedemezsin. Bizler iyi Hristiyanlardanız. Büyük babam, amcam…Hep iyi Hristiyanlar. Ben de öyleyim. Neden baba, neden? Rica ediyorum, tövbe et.
DİDEROT – Eee, uzak dur benden. Tövbeymiş, Pöh.
DE VENDEUL – Nasıl istersen…(Çıkar, az sonra elinde bir kadeh şarapla gelir) Şunu için Baba, iyi gelir.
DİDEROT – Şarap ha? Bak bu iyi işte.(Alır, içer)
Susma
Diderot, birden kızarır, fenalaşır. göğsünü tutar, giysilerini yırtmaya çalışır. Kalkmak için hamle yapar, yere yığılır. Ağzından kan boşalır.
DİDEROT – Sen, sen kızım…
DE VENDEUL – Affet beni baba. Ama Tanrıya daha fazla baş kaldırmana izin veremezdim. Bizler iyi Hristiyanlar olduk her zaman. Ansiklopediden vazgeçmeliydin. İnsanları aydınlatan yeterince ışık var. Sana gerek yoktu. Affedin beni Mösyö…Beyler…
D’Alembert ve La Breton Girer.
LA BRETON – Tamam mı?
DE VENDEUL – Evet.
D’ALEMBERT – Hadi hemen çıkalım. Kardinale haber vermeliyiz.
ÇIKARLAR
DİDEROT – Ölmeyeceğim, ölmeyeceğim. Ansiklopediyi çıkarmadan ölmeyeceğim. (Başı yana düşer)
SAHNE KARARIR.